29 Eylül 2007 Cumartesi

Sultanahmet’te kestane, Yedikule’de çiğköfte!

Babam beni, ben arabamı taşırım!
Biz geldik arkadaşlar! Özlettik mi?
Teknolojinin faydalarından istifade ederkene teknolojik aletlerin bize attığı kazık sayesinde ara vermek durumunda kaldık.
Aynı zaman aralığında hem işyerindeki hem de evdeki bilgisayarın gazabına uğradık.
Göçebe olarak el bilgisayarlarına taşındık. Haliyle evimizdeki rahatı bulamadık. Şu an da yine farklı bir bilgisayardan yazıyorum bu yazıyı... Ee! Alışmışız sanal âleme ayrılık dokundu bünyeye!
Bu süre zarfında biz Talha ile bol bol gezdik. O iftar senin bu iftar benim dolandık durduk. Bir önceki postlardan birinde yazdığımız mani dolayısıyla bize acıyan ablamızın davetiyle ilk iftarımızı Zeynep ablada yaptık. Daha doğrusu diğer arkadaşlar yaptı. Biz Talha ile olmadık şaklabanlıklar yapmakla meşguldük. Sağ olsun benim minik oğlumun kendisi gibi midesi de minik olunca iki kaşıkla doydu. E bu durumda yalnız kalmak da hoşuna gitmedi tabi…
Annesini kobay olarak seçti her nevi oyunu oynattı. Uçtuk konduk, zıpladık durduk! Olan aç kalan annenin midesine oldu…

Daha sonraki bir gün çok istediğimiz ama bir türlü gidemediğimiz Sultanahmet’e gittik.
Girişte bizi Hacivat ile Karagöz gösterisi karşıladı… Orada biraz oyalandıktan sonra sahneden yapılan anonsla yerimizden kalktık. “Gösteri bitmiştir efendim! Bir sonraki gösterimiz teravih namazından sonra olacaktır!” Allah’tan uyardılar! Biz Karagöz ile Hacivat’ın oyunun bir parçası olarak sahne arkasına gittiğini düşünüyorduk :D
Sonra ver elini kitap fuarı diyerek daldık cami avlusuna. O kadar çok stant olunca insan hangi birine bakacağını şaşırıyor haliyle… Yorgun bir baba, afacan bir bebe, meraklı bir anne olaraktan başladık kitaplar arasında dolanmaya! İlk olarak uzun zamandır merak ettiğim ve de Kuaybe’nin sık sık bahsettiği kaydırak yayınlarının kitaplarını bulduk. Uzun bir süre orada oyalandık. Tamam, itiraf ediyorum ben oyalandım. O sırada Talha etrafta koşmakla babası da ona bakmakla meşguldü. Beni oradan kopararak almalarından sonra Talha sebebiyle çok hızlıca diğer kitaplara da bakıp fuar maceramızı iki arada bir derede aldığım iki kitapla sonlandırdık.

Kestane kebap, yemesi sevap!

Daha sonra dışarıdaki stantları gezmeye başladık kestane kokuları eşliğinde! O kokular bizi mest etti adeta! Dedik nefse bu kadar da zulmedilmez!
Sonuç! Evet, aldım, dayanamadım ve de o kadar parayı bayılıp kestane aldım pişmanım!
Pişmanım çünkü hem kurtlu hem de iyi pişmemişti kestaneler… Kestaneci ağabeyi yad ediyoruz buradan bir defa daha!!!
Gezerken gözüm sürekli etraftaydı! Acaba tanıdık birileri var mıydı? Aysun ya da Ayşe ya da Hafsa ya da Sühendan olmadı Kuaybe! Yok, o olamaz o Ankara’da!
Sürekli etrafı gözlememden işkillenen eşimin merakını gidermek için söyledim tabi. Cevap şudur! Onlar da kim? Açıklama faslı çok uzun sürdü anlatmayayım şimdi burada!

gece kuşu Talha!!

Daha sonra yani dün akşam iş arkadaşlarımızla birlikte çiğköfte partisi vermek üzere soluğu Yedikule sahilinde aldık. Talha’ya gün doğdu. Bir oyana bir buyana koştu durdu. Tabi sportmen anne de arkasından. Tüm gün oturarak çalışan annenin bacak kaslarını çalıştırması amacıyla uzun süre bu aktiviteyi gerçekleştirdik. Sonra ezanın okunmasıyla başladık partimize :D
Ilık bir akşam, kıpkırmızı olan ay, deniz ve mehtap :D Koşturan Talha!
Önce birer kase çorba daha sonra bol bol çiğköfte! Çiğköftenin bünyemizde bıraktığı hüzünden dolayı hem ağladık hem de yedik! Acısı bu sabah kendisini gösterdi…

oy oy! Ne canlar yaktın dün gece!!


O kadar koşturmaya rağmen enerjisinden hiçbir şey kaybetmeyen Talha bizleri bir müddet de evde koşturdu. En son kendimi pestil gibi koltuğa attığımı hatırlıyorum. Gerisi hayal meyal!
Talha son günlerde uykusunda çok korkuyor! Tabi bunda gece yarısı sokağımızdan geçen çöp kamyonunun etkisinin büyük olduğunu düşünüyorum!
Ağlayarak yerinden fırlıyor! Baba! diye emir kipiyle babasına seslenip, soluğu bizim yanımızda alıyor!
Artık iyice alıştı yanımıza. Oğlum hadi yatma vakti yatağına git dediğimizde direk bizim odamıza gidiyor.
Ben ki ilk baştan itibaren bebesini kendi yatağında, kendi odasında yatıran bir anneyim!
Ama artık ne yapacağımı bilemez bir haldeyim!
Umarım bir yol bulurum hem korkusuna hem de yatak konusuna :D

24 Eylül 2007 Pazartesi

nazlı kız!

sonunda mısır patlağının nazlı kızı aramıza katıldı. çok bekletti bizi çok. rabbim hayırlı güzel, sağlıklı, uzun ömür nasip etsin bebişe.
annesine de geçmiş olsun!

21 Eylül 2007 Cuma

Severim! Severim! Severim!

Eski fotoğraflara bakmayı da severim! Ah sırma saçlı oğlum ah!
Sevgili Aysun beni sobelemiş. Severim hususunda :D
Ben her şeyi severim. Sevgi pıtırcığıyım âdeta :D
Şimdi madde madde yazalım bakalım.
İstanbul’u severim.
İstanbul’un trafiğini bile severim. Ayrı kalınca özlüyorum valla!
Baharları severim.
Gezip tozmayı severim. Eşim buna isyan ediyor ama Talha sağ olsun benim kafamda :D (anasına çekmiş ayol)
Yürüyüş yapmayı severim. Özellikle yağmurlu havada!
Çamlıca’yı severim. Okul çıkışı az mı uğradık oralara.
Çamlıca’da simit yemeyi çay içmeyi severim.
Tatili severim. Ama yani yılda on beş gün yetmiyor bana. Buradan yetkililere sesleniyorum.
Arkadaşlarımla buluşmayı severim. Onlarla sohbet etmeyi illede birlikte tıkınmayı :D. Son zamanlarda bebelerin peşinden koşuyoruz toplantılarda ama olsun.
Sanal âlemi severim. Ya ben blogları okumadan nasıl vakit geçiriyormuşum.
Sanal âlemdeki yazarları tanımıyorum ama hepsini severim :D Manevi arkadaşım oldunuz benim :D
Dağ taş tırmanmayı severim. Bizim köyde azmı teptik dağ yollarını.
Trabzon’un yeşilliğini severim. Eşime hava atıyorum. Gel de yeşillik gör çalılara ağaç diyorsunuz diyorum :D Sanırım çok kızıyor bana. Ama napim. Rabbim bol vermiş bizim yeşilliği :D (Gerçi eşimin cevabı şöyle oluyor. “Ne yapayım yeşilliği otlayacak mıyım ben :D” Tamamen kıskançlıktan canım.)
Denizi severim. Yüzme bilmesem de :D
Ansiklopedi okumayı severim. İlkokula giderken çantamda taşırdım en az iki cilt. Sırt ağrılarım o günlerden hatıra sanırım :D
Şaka yapmayı severim :D İşyerinden arkadaşları az mı korkuttum ay sancım geldi doğuruyorum galiba diye :D
Msn’yi severim. Uzaklardaki arkadaşlarımla bağım o benim.
İşimi severim. Gerçi mesleğimi söyleyince birde açıklama yapmak zorunda kalıyorum ama :D
Davetleri severim. Arkadaşlara duyurulur :D
Ağabeyimin kızı yani Zülal’imle oyun oynamayı severim :D
Ama ille de oğlumun Annem diyişini severim. Saçı kesilip keloğlan olduktan sonra bana anam diyor ama olsun :D
Talha’nın durup dururken bana sarılıp yanağımdan öpmesini severim. Tabi gerisi geliyor oy yerim ben onu :D
İş çıkışı oğluma kavuşmayı severim.
Annemin evde olup kapıyı açmasını severim. Talha’ya baktığı için ilk önce ona uğrarım akşamları :D
Eşimin hiç ihtimal vermediğim bir anda hadi gezmeğe gidelim demesini severim :D
Evimin işten gelince temiz olmasını severim. Ben hamileyken teyzem ve kızları temizlerdi sık sık. Onların hakkını ödeyemem (Allah Razı Olsun)

Ohoooo! Ne kadar da abartmışım. İnsan her aklına geleni yazar mı dimi ama :D
Ben de bu hususta Nur’un pastalarından Nur’u, Ömer Tarık’ın annesi Hafsa’yı ve de bana geçen sobede kızsa da Maceralı yolculuk blogunun sahibesi Sühendan’ı davet ediyorum. Buyurun arkadaşlar sevdiklerimizi sayıp sevgi çemberi oluşturalım :D

Bir de eğer doğurmadıysa ki hala bekliyoruz hayırlı haberlerini bizimki gayet rahat Sevgili minikin annesi mısır patlağını da sobeliyorum. Doğurduysan yazma kız!

15 Eylül 2007 Cumartesi

Ramazan geldi, hoş geldi!

Kızlar bekleyin! Beyaz atlı prensiniz geliyor!!
Evet, sonunda mübarek Ramazan’a kavuştuk. Gelsin oruçlar, sahurlar, iftarlar, pideler, güllaçlar ille de hurmalar :D
Sevgili Kuaybe sağ olsun çok güzel bir yazı yazmış. Bana ilk oruç tuttuğum günleri hatırlattı. Anneannem ve dedemin yanındaydım ilk orucumu tuttuğumda. Beni çağırışları kulaklarımda çınlar hala. Rabbim ikisine de rahmet eylesin.
Evlendiğim ilk sene eşimin işi sebebiyle Çanakkale’de oturuyordum. Hem gurbet hem de Ramazan olunca insan daha bir duygusal oluyor… Kalabalık iftar sofralarına alışınca tek başıma iftar yapmam çok dokunmuştu. Ağlamışlığım olduydu o günlerde…
Şimdi İstanbul’da olmanın avantajlarını kullanıyorum sonuna kadar. Kalabalık iftar sofraları, Sultanahmet turları, Feshane geceleri…
Rabbime çok şükür.
Gelelim benim minik Talha’ma…
Dün akşam Ramazan gezilerinin ilkini yaptık. Sami Yusuf Feshane’de konsere çıkacakmış diye duyduyduk. Eee kaçırmak olmaz. Maksat kültürel faaliyet olsun Talha için. Yoksa biz ne diye tepelim onca yolu dimi ama…
Neyse efenim ben 15 Eylül’de çıkacak dediysem de dinletemedim ve düştük Eyüp yollarına.
Öğüt veren çok oldu ama işe yaramadı. Bulduğumuz şey ile umduğumuz şey arasında dağlar kadar fark var idi. Biz umduk bir kişi karşımıza çıktı on kişi :D
Biz oraya vardığımızda mehteran konseri vardı. Hücum marşı eşliğinde ilerledik hedefimize. İçimiz coşku ile kaplandı şu an yürü Viyana’ya deseler ikiletmezdik zannımca. Talha ilk konseri olduğu için biraz şaşkındı. Omuzlarda taşıdık paşayı ama o etrafa garip garip bakmakla yetindi.
Daha sonra Talha’yı parka götürdük. Atlıkarıncada beyaz bir ata bindirdik. Bindirmesi güzel de indirmesi pek çetin oldu. Eee ataları at üstünde ömür tüketmiş çocuk bırakır mı hiç. Zaten Mehteran konserinden yeni çıkmış. Oradan kopararak ayırdığımız Talha feryat figan içinde kendini top havuzunda buldu. (Yalnız dikkat oradaki her şey ücretliymiş. Biz Talha’yı havuza koyduktan sonra öğrendik bunu :D)

Tüm paraları Talha’ya harcadıktan sonra bari dedik kendimize de kestane alalım. Ne gaflet!
100 gr. 4 ytl, 150 gr. 5 ytl. Haliyle cimri olan şahsım tarafından bu hevesimizde yutkunarak oradan uzaklaşmakla son buldu. (Bu işte iyi para var galiba.)
Dönerken Talha çoktan rüyalara dalmıştı. Bu akşam çok yoruldu iyi uyur derken büyük konuşmanın sonucunu sahurda gördük. Ve beklenen son!!!
Oğlum ilk sahuruna kalktı. Sanırım fazla gürültü yapmışız. Uyandı geldi yanımıza birlikte yaptık sahurumuzu. (Sabah zannetti sanırım.) Tabi yemek faslında sorun olmadı sorun tekrar uyuma faslında gösterdi kendini. Zor uyuttum sabiyi.
Bakalım bizimkinin tekne orucu ne kadar sürecek… Şaka bir yana oğlumla sahur yapmak da pek zevkli oldu.

Bunu yesem annem çokokrem yememe izin verirmi?

Sen git bi dünya para bayılıp beyfendiye yatak al!



Çok açılmışım. Sanırım bu günlük bu kadar yeter.. Hayırlı Ramazanlar!

GÜMBEDE GÜM GÜM!!!
Yaram derindir eşme.
Aman derdimi deşme,
Sahurda börek yoktu.
Gözlerim oldu çeşme.

Tepsiler dizi dizi,
Dâvete bekle bizi,
Adresi iyi yaz ki,
Kolayca bulam sizi

Yemekler boldur gayet,
Beni de edin davet,
Birlikte yer içeriz,
Şöyle ederiz sohbet.

(anlatabildim mi? :D)

11 Eylül 2007 Salı

Doğum günü yazısına ek!

Doğum günümü tebrik eden arkadaşlara çok teşekkür ederim. Esasında bir pastam bile yok yazmıştım bir önceki postta ancak işyerinden arkadaşlarım bana sürpriz bir doğum günü partisi ayarlamışlar. İş çıkışı eve gittiğimde kapının çalınmasıyla ilk şoku yaşadım.
Arkadaşlar elleri kolları dolu dolu gelmişlerdi. Tam bir sürpriz yapmışlardı bana. Buradan tekrar teşekkür ederim kendilerine. (Nurlan, Fatma, Zeynep, Özlem, Şehriban, Zahide ve de bizim gelin Nur) Bu arada organizasyondan eşimin de haberi varmış. Ben ona sitem dolu söylenirken o arkamdan kıs kıs gülüyormuş.
Ama o gün en büyük sürprizini anneannem yaptı bana. Arkadaşlarımın gelmesinden 10 dakika sonra annemden haber geldi. (Anneannem son 5 yıldır rahatsızdı. Son iki senedir de hemen hemen yatalak vaziyetteydi.) Anneannem ağırlaştığı için beni çağırdılar ve o akşam anneannem vefat etti. Rabbim rahmet eylesin. Şu an kendimi toparlamaya çalışıyorum. (Geçtiğimiz günlerin tek tesellisi oğlumla vakit geçirmem oldu.)
Tekrar tebrikleriniz ve düşünceniz için teşekkür ederim.

6 Eylül 2007 Perşembe

bugün benim doğum günüm!!!





Not: Esasında bir pastam bilene yok! Bunu aylar önce arkadaşlarıma yapmıştım. Bu arada fotoğrafın fonunda bulunan örtü internetten alınmadır. (fotoğrafta yaptığı değişiklik için özlem'e teşekkür ederim)Pastanın tarifi sevgili Selin'e ait. Sayesinde çok övgü aldım. Buradan tekrar teşekkür ederim.

5 Eylül 2007 Çarşamba

SOBE!!!

Hatasını şirinlik yaparak affettirmeye çalışan Talha! (ama gerçekten başarılı bir yöntem :D)
Sevgili Filiz beni sobelemiş
Blog âlemindeki ilk sobemiz bu bizim. Şimdiden bir teşekkür edelim Filiz teyzemize ve gelelim sobelerimize,
İlk sobe dışarı çıkarken yanımıza aldığımız 6 şey imiş.
İşe geliyorsam sadece çantamı alırım: D (içinde nadir kullandığım ama bi dünya para bayıldığım güneş gözlüğüm, evlendiğimden beri işime çok yaramayan son zamanlarda Talha’nın yerden yere vurarak şaftını kaydırdığı bir cep telefonum, oğlum doğduğundan beri bir uzvum haline gelen fotoğraf makinem, aynam, içine para koymadığım cüzdanım ve de ufak bir dikiş kutum var.)
Talha ile bir yere gidiyorsam;
1. İlk başta yerinde kıpraşan Talha: D
2. Çocuk bezi,
3. Islak mendil,
4. Yedek kıyafet.
5. Kraker, su, kek…
6. En son da sevgili kocam hehe! Onsuz adım atmam ben: D
Bakıyorum da ne kadar zorlandım bu sobede ben… İlk sobe bu, olcek herhalde o kadar dimi ama.
Düşünelim bakalım bu sobede kimi sobeleyelim… hımmmmmm!
MİNİK MELEK'İN annesi Kuaybe, İbrahim Berk’in annesi Aysun ve de Nurun pastalarını sobeliyorum. Hadi bakalım hanımlar sıra sizde…

Annesinin yolunu gözleyen Talha!


Bilgisayar möhendisi Talha!


Gelelim ikinci sobeye bu da itiraflarla ilgili.

İtiraf ediyorum, küçükken çok haşarıydım. Hep erkekleri döverdim. E sülalenin tek kızı olmak kolay değil. İnsan bir yerde kendini korumayı öğreniyor dimi ama. Kızlarla oturup bebeklerle oynamak ne demekmiş, erkeklerle maç yapardım ben. Lisedeyken acayip fa.n.atik takılıyorduk. Her gün mutlaka fa.n.atik gazetesini alır tüm futbolcuları da tanırdık.

İtiraf ediyorum, hasta numarası yaparak okuldan hep izin alırdık. Devamsızlık yapmadan bolca gezer idük. He bide lisedeyken üç arkadaş (kendileri bir önceki postta görülebilir) bi ara kabadayı olmaya karar vermiş idik. Okulda kasıla kasıla geziyorduk. Kadir İnanır’ın ceket omuzlarda hali gibi bir şeydik :D

İtiraf ediyorum, küçükken ben de bitlendim. Annemin müthiş buluşuyla psikolojim yerlerde süründüydü ah ah! Kafamıza sinek ilacı sıkar bide naylon poşetle sarardı. Bu bitlere mi eziyetti bize mi anlamadım gitti :D

İtiraf ediyorum, bir açılışta palyaçoluk yapmıştım :D (daha doğrusu mehteran kıyafetini giyip bıyık çizip erkek gibin konuşmuş idim, palyaço kıyafetimiz yoktu da :D) ufak da bir gösteri yapmış idik bizim nurun pastalarından nur ile :D sonra hiç eğitimim olmadığı halde ufak bebelere tiyatro eğitmenliği yapmıştım.

İtiraf ediyorum, ağabeyimin Almanya’dan gelen bir akrabanın verdiği kalem kutusu vardı. İçinde çeşit çeşit kalemler, silgiler olan. (Aynından benim de vardı ama ben kullanmıştım eskimişti yani) Benden saklamak için şifreli çantasına koyardı ve kaldırırdı. Ben de o yatılı kaldığı için hafta içi çantayı açar kalem kutusunu okula götürürdüm. Ama hiç kullanmazdım. Anlamasın diye… Şifresini bildiğimi hiçbir zaman öğrenemedi :D
O da benden kurtardığını zannederdi kalem kutusunu.

İtiraf ediyorum, tırnaklarımı kurşun kalemle boyar sıranın altından bakardım nasıl göründüğüne… Ben çok küçükken dedemden oje istemiştim. (Her kız çocuğu sürerdi tırnaklarına ama ben hiç sürememiştim.) Dedem de şöyle söylemişti. “Tamam, kızım alayım kaç kilo istersin :D” Adamcağız yenilecek bir şey zannediyordu sanırım.

İtiraf ediyorum, öz güvenim yerlerde sürünüyor.

İtiraf ediyorum, araba kullanmak istiyorum, güzel de sürüyorum ama erkek şoförlerin tavırlarından çekiniyorum.

İtiraf ediyorum, ev işlerinden nefret ediyorum. Ben de işten gelince ev düzenli, temiz ve de yemek hazır olsun istiyorum. Hatta ben dinlenirken bana hizmet edilsin istiyorum. İş hayatı beni erkekleştirmiş mi oluyor bu durumda: D

İtiraf ediyorum, sigaradan nefret ediyorum. İş yerinde karşı odamızı gaz odası olarak kullanan şahısları Allah’a havale ediyorum.

İtiraf ediyorum, “döncem ben sana” lafından nefret ediyorum. Hatta birkaç defa bana söyleme gafletinde bulunanlara dönme sen bana demişliğim de olmuştur.

Neyse fazla açılmışım. Annemler okursa beni bi güzel tepelerler :D
Şimdi kurbanlıkları seçme zamanı…
İlk olarak, maceralı yolculuk blogunun sahibesi sühendan, sonra ömertarık’ın annesi hafsa ve de son olarak sevgili minik’in annesi mısır patlağını seçiyorum :D hadi kızlar dökün kirli çamaşırları ortaya :D



Related Posts with Thumbnails